Kayıtlar

Temmuz, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR ÇİFT YÜREK / MARLO MORGAN

Resim
Çöpe atılmak üzereyken kurtardığım ve okuduktan sonra hayata bakışımı değiştiren kitaptır. Okudukça doğaya dönersiniz, teşekkür etmeyi öğrenirsiniz. Yaşadığımız dünyanın ve sistemin bir saçmalıktan ibaret olduğunu düşünüyorsanız kendinizden mutlaka bir şeyler bulursunuz. İnsan enerjisinin gücünü öğrenirsiniz. Hayata geliş amacınızı sorgularsınız. Paranın, maçların, yarışmaların ve pastanın saçma olduğunu anlarsınız. Kitapta yaşanmış bir hikaye olduğu söylense de, yazar hikayenin uydurma olduğunu itiraf etmiştir. Ama bu durum içeriğin ilgi çekici olmasını ve hikayenin akıcılığını değiştirmemektedir. Mutlaka Aborjinlere merak uyandıracaktır. Çevirisi de oldukça başarılıdır. Herkesin okuması ve yaşama amacını keşfetmesi dileğiyle...

Kafayı yemek üzereyiz...

Ülke gündeminin korkutucu ve bir o kadar da yoğun olmasından bir türlü fırsat bulup da yazamadım. Fırsat bulmayı zaman anlamında değil, psikolojisi bozulmuş ve hiçbir şey yapmaya hali kalmamış bir  vatandaş anlamında söylüyorum tabiki. Yoksa insan yapmak istesin yeterki, nelere fırsat bulur... Ama üzerinden F16 lar uçarken çocuğunun üzerine kapanıp, camlar kırılırsa ona gelmesin diye uğraşmış bir anne olarak psikolojimin düzgün olması beklenemez elbette. O kabus gibi gecede yaşananlar ve sonrasında olanlar gündemi takip edenler için yaşadığımız en kötü gün olarak değerlendirilebilir bence. Çünkü insan güvende hissetmediği her an, kan kusar. İnsanın huzur bulabileceği tek hissiyattır güven. O nedenle de o gün hiç arkama bakmadan kaçmak istedim bu ülkeden, herkes gibi. Güvende olduğum bir yere gitmek istedim. Tabiki kolay olmadığı ve imkanlarım elvermediği için hala buradayım. Ama gitmenin yollarını aradığım da bir gerçek. Yeter diyorum artık, vatan, milliyet, ırk yaftaları olm...

Soyadı olmayan kadın

Doğumundan itibaren kadın babasının soyadını alır ve kullanmaya başlar. Ortalama 25-30 yaşlarında, -belki bu Türkiye'de 12'li yaşlara denk geliyordur (!)- biriyle evlenir ve soyadını değiştirir. Evlenince kadının soyunun değişiyor olması da ayrıca enteresandır. Hatta artık ailesi bile değişmiştir, nüfus cüzdanında hiç tanımadığı bir ilin, hatta köyün ismi yazmaktadır. Ama genç kız evlenmenin verdiği heyecan ve mutlulukla durumu anlamayacak ve ulaşabildiği, işinin düştüğü her resmi kurumda soyadını değiştirecektir. Tabi sadece bu yetmez, banka hesaplarını, kredi kartlarını kullanabilmek için hepsinde değişiklik yapmak zorundadır. Hatta yeni pasaport almak zorundadır. Diplomada bir değişiklik yapılamadığı için, kullanırken onu da evlilik cüzdanıyla ispat etmek zorundadır. Evlilik cüzdanı da öyle çantaya falan sığabilen bir şey olmadığından yanında nasıl taşıyabileceğini keşfetmelidir. Sadece ilk sayfası dolu olup diğer sayfalarına hiçbir şey yazılmayan bir defterin evliliği i...

Yeni Türkiye'ye hoş geldiniz!

Çocuğun ağlamasına uyandı kadın, koşarak yanına gitti. Kocası da hemen peşindeydi. "Aman" dedi, "Aman sakın çok gürültü yapmasın da çok dikkat çekmeyelim. Birazdan işe gidip sizi burada yalnız bırakacağım, gözüm arkada kalmasın." Bunu söylerken bile böyle bir ihtimalin olmadığını biliyordu. Endişelerle dolu bir yürekle, her gün yaptığı gibi işin yolunu tutacaktı... Çalışmaya mecburdu. Yaşamlarını sürdürebilmek için aldıkları her şey çok pahalıydı ve artık kadınların çalışması da yasaktı. Tek başına çocuklarına ve karısına bakmak zorundaydı. Bunu yaparken de ölmemesi gerekiyordu elbette. Sakalını uzatmak zorunda kalmıştı, oysa hiç sevmez tiksinirdi sakaldan. Yıkamakla bile temizlenmediğini düşünür, ağzının etrafında kıl olması fikri bile rahatsız ederdi onu. Ama dikkat çekmemek için fazla şansı yoktu. Çocukları onu her gördüğünde korkup ağlamasına rağmen, yüzündeki o uzun ve pis kıllarla dolaşmak zorundaydı. Çekmecesinden, eski bir tanıdığı aracılığıyla edindiği ...

Uzun bayram, yalnız insan...

Yıllar önce bayramlar hakkında yazdığım yazıyı edebiyat öğretmenim çok beğenmiş ve 100 vermişti sınavda. Kompozisyondan ilk kez 100 alışımdı. O gün bugündür yazmayı severim. O yazıda da bayramları sevmediğimi anlatmıştım. Hakikaten de sevmezdim ergenliğimde. Çocukken de harçlıkları yeni elbiseleri çok severdim ama kapı kapı dolaşıp bayramlaşma fikri beni çok rahatsız ederdi. Hala da öyle. O zamanlar o kadar çok insan vardı ki ziyaret ettiğimiz. Annem ve babam çok insancıl ve sosyal olduğundan herkesin kapısını çalar halini hatrını sorardık. Gittiğimiz her yerde şeker ve tatlı ikramları olurdu. Herkes bayram için hazırlıklı olurdu çünkü. Bana göre o zamanların en büyük problemi el öpmekti. Eli öpülmeye asla değmeyecek bir sürü insanın elini öpmeye zorlanırdık. "Kızım öpsene teyzenin elini" en sevmediğim laftı. Şimdilerde düşündüğümde çok da haklı olduğumu görüyorum. Eli öpülmeye değmeyen tüm insanlar tek tek gittiler hayatımızdan. Bayramlar da gitti aslında. Yerini tatille...

Günümüz çalışan kadınının ezilmesi

Ataerkil toplumların çok büyük bir problemidir kadınların yaşamı. Problem diyorum, çünkü hala kendi değerini farkedememiş bir sürü kadınla dolu etrafımız. En bilgilisinden en eğitimsizine kadar tüm kadınlar hala psikolojik ya da fiziksel şiddet görmekte ve hala yaşam şartlarının kötülüğüyle mücadele etmektedirler. Bu konu zaten milyonlarca kez incelenmiş, dile getirilmiştir. Her gün kadına yönelik şiddeti içeren bir sürü haberle de pekiştirilmektedir. Tüm bunların haricinde değinmek istediğim konu, aslında şu an kimsenin dikkatini çekmeyen, günümüz çalışan kadınının ezilmesi problemidir. Bir çoğumuzun annesi ev hanımı olduğundan ve hayatlarını istedikleri gibi idame ettiremediğinden bizlerin çalışan kadın olmamız, ve boşanma durumu söz konusu olduğunda ayakta durabilmemiz ihtimaline karşı yetiştirdi. Bu kavram aklımızdayken okuduk, büyütüldük ve çalışıyoruz. Buraya kadar her şey elbette çok güzel. Yine bu günler için geçerli olan erkek olma durumu da evini geçindirmekten, düzgün ...

Hayatın anlamı nedir?

Karbondioksit üretmekten başka bir işlevi olmayan insanoğlunun, hayata geliş sebebini ciddi ciddi düşünür oldum son günlerde. Malum şu sıralar konumuz hep ölüm ve Türkiye gibi bir ülkede kimin ne zaman niyazi olacağı belli değil. Öldükten sonra ne olacağı konusu da çok göreceli. Dinlere göre cennet cehennem, reenkarnasyona göre başka bedende can bulma, ateiste göre doğaya karışma... Hal böyle olunca hayatı sorgulamak, dünyaya neden geldiğimizi anlamaya çalışmak, ister istemez insanın düşüncelerinde gezinip duruyor. Bana göre insan dünyaya virüs olarak gönderilmiş. Birileri bize demişki gidin dünyayı yaşanılamaz bir hale getirin. Bu görevi de layıkıyla yerine getiriyoruz toplum olarak. Aslında dinlerin cennet olarak tasvir ettikleri şeyin tam da içerisindeymişiz dünyanın ilk zamanlarında. Sonra, zarar verme, yok etme, bende yoksa kimsede olmasın zihniyetimizle cehenneme çevirmeyi başarmışız dünyayı. Toplumumuzun bir kesimi durumdan bihaber, fazla da irdelemeye niyeti yok, yaşadığı k...