Kayıtlar

Haziran, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Güvende Değiliz!

Düşünmekten çok yoruldum, psikolojim altüst oldu, hırsımı kelimelerden çıkarıyorum. Oğlumu alıp nerelere gitsem de terörden etkilenmese. Daha mutlu günlere uyanılan bir yer yok mu? Bizim ülkemiz güvenliydi, huzurluyduk biz. Ne hale getirdiniz? Tarih bu günleri bir delinin hatıra defteri diye tanımlayacak ama biz o günleri bizzat yaşıyoruz ne yazık ki. Yakında ülkede terörden etkilenmemiş bir aile dahi kalmayacak. Ekonomi berbat vaziyette ama umrumuzda bile değil çünkü canımızın derdine düştük. Etrafımız canlı bombalarla doldu. Yaşanılacak yer olmaktan çıktı bu ülke. Sevdiklerimize bir şey olmasın diye aklımız çıkıyor. Burnumuzun dibinde, Atatürk Havalimanında, hayatımın bir döneminin geçtiği yerde, birçok arkadaşımın halen çalıştığı yerde, benim ve çevremdeki herkesin seyahat esnasında kullandığı yerde, her an birimizin olabileceği bir yerde bombalar patlıyor, çatışma oluyor, insanlar yaralanıyor, ölüyor ve güvenlik önlemi olarak interneti yavaşlatıp sosyal medyayı yasaklıyorlar. S...

Rahat bırakın ormanlari!

Resim
Karbondioksit üreten bir canlı türünün ağacı sevmeme gibi bir lüksü yoktur. Yani insanlar ve ağaçlar birbirlerini tamamlarlar. Bu ilişki, sevmenin dışında bir zorunluluktur insan türü için. Çünkü yaşamak için oksijene ihtiyacı vardır ve bunu da ağaçlar üretir. Bu kazan kazan ilişkisi filan da değildir. Ağaç insan olmadan yaşar ama insan ağaç olmadan yaşayamaz. Bu bahsettiğim ağaçların bize hediye ettiği en temel şeydir. Bunun dışında serinlik verirler, nem dengesi oluştururlar, sıcakta gölge, yağmurda korunak, açlıkta ise yiyecek verirler. Karşılığında da hiçbir çıkarları yoktur. Yani bu ilişkinin tek karlı çıkan tarafı insandır. Tüm bu nedenlerden de insanın ağacı sevip korumaması saçmadır, hatta insanlık dışıdır. Böyle bir şansı yoktur. Ağaç kesen bir insan türü olamaz, o bana göre başka bir türdür. Ama yine de biz o başka türlerin  kendi içlerindeki çeşitlilikleriyle de sürekli yaşamak zorunda kalıyoruz son yıllarda. Mesela apartmanın önündeki ağacı, camını kirletiyor diye...

Sahte hayatlar...

Günaydın sahte hayatların başrol oyuncuları! Hadi gelin hep birlikte ne kadar da mutlu olduğumuzun fotoğraflarını paylaşalım. Bizim evde hiç terslik olmaz mesela, biz 7 gün 24 saat çok huzurlu ve mutluyuz. Eminim siz de öylesinizdir. O zaman fotoğrafınızı beğeniyorum, siz de benim paylaştığımı beğenin. Ben mesela bol bol gezerim. En güzel restoranlarda en güzel yemekleri yerim. Yediğim yemeklerin fotoğraflarını profilimde görebilirsiniz. Paylaşmakta sakınca görmüyorum çünkü biliyorum ki siz de en güzel yemekleri yiyorsunuz. Karşılıklı olarak marketlerdeki yiyecek fiyatlarının bu kadar pahalı olduğunu umursamamak ne de güzel değil mi? Zaten bizi hiç etkilemiyor. Biz bineriz arabamıza o şehir senin bu şehir benim gezeriz. Zaten benzini de hep 50 TL'lik alırız. Benzin zammı da bizi etkilemez. Hadi paylaşıyorum arabamın fotoğrafını, bakalım beğenecek misiniz? Tatilleri doyasıya yaşamamız ne de hoş değil mi? Yılda bir hafta olduğu düşünmeyin sakın, uzun uzun seyahatlere çıkarı b...

Neden hep kötüler kazanır?

İnsan bazen doğa üstü güçleri olsun istiyor. Her istediğini yapabilsin, dünyayı yaşanabilir bir hale getirsin. Her geçen gün biraz daha kötüye gidiyormuş gibi hissediyorum. Her gün bir tarihi eserin yıkılma haberi, bir orman yangını haberi, ekonominin çok kötü gittiği haberleri, zam haberleri, her gün ağaçların kesildiği , iklimin değiştiği ve bunlar gibi pek çok kötü haberle uyanıyoruz güne. Her seferinde bir yenisini duydukça hayata daha kötü gözlerle bakmaya başlıyorum. Endişelerim artıyor, umutsuzluğum artıyor. Sonra, elimde bir sihirli değnek olsun istiyorum. Bir dokunayım, bütün zenginlerin gözü doysun. Böylelikle zaten dünyadaki her şey yoluna girer. Zenginlerin aç gözlülüğü, parayla güç elde etme tutkuları yüzünden bu haldeyiz. Hem de öyle kilitlenmişiz isyan bile edemiyoruz. Durumu kanıksamışız. Her gün zenginlik hırsları yüzünden birileri ölüyor, birileri aç kalıyor. Ama biz hala oturuyoruz öyle olduğumuz yerde. Çünkü günlük hayatın stresi öyle yoruyor ki bizi kafamızı ...

Kahveniz nasıl olsun?

İnsan kalabalıkların ortasında yaşayan yalnız bir canlı türüdür aslında. Hele ki İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşıyorsanız, bu daha da hissedilir bir hale gelir. Otobüslerde, vapurlarda birbirine tebessüm etmek yerine ters ters bakan insanlar vardır. Ya da karşılıklı oturup da göz göze gelmemek için kıvranıp duranlar. Bizi bir araya getiren şey akşam ailemizle yenilen yemekler ve asla yalnız içilmemesi gereken türk kahvesidir. Türk kahvesi bir tutku, bir kültürdür. Bu kültürü bilen her insanın evinde bayat kahve olmaz, yedek kahve paketi olur hatta. Karşılıklı sohbet eşliğinde içilir. Yorgunluk atmak için içilir. Uyanmak için içilir, ayılmak için içilir. İş yerlerinde yemek sonrası bir gönüllünün herkese kahve yapmasıyla içilir. Sayesinde kısa da olsa iş stresinden uzaklaştırır insanları, kısa ama güzel bir sohbetle rahatlatır. Evinize misafir gelince ikram edeceğiniz en güzel içecektir. Hatta tatlı sohbetin ardından, şöyle bir fincanı ters çevirip, neyse halim çıksın falı...

Organik miyiz?

Resim
Bundan 5-10  yıl önce psikologlar geleceğin hastalığının, neyin sağlıklı olup olmadığına kafayı takmak olduğunu söylüyorlardı. Nasıl besinlere maruz kaldığımızı gördükçe sanırım o hastalığa ben de tutuldum. Ve biliyorum ki; benim gibi birçok kişi alışveriş yaparken ve yemek yerken bunları düşünüyor. Yerel tohumlarımız tüketilmesi, topraklarımızın zehirlenmesi, kullanılan tarım ilaçları, hormonlar, meyveler güzel gözüksün diye üzerini mumlamalar, hepsi konunun önemini bizlere gösterdi ve gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizi düşündükçe elbette çok  endişeleniyoruz.  Tabi bu örnekler işin sadece bir kısmı. Daha ambalajlı gıdalara hiç geçmedim bile. Gıda değil sanki kimya laboratuarı. Ama biz çok uzun yıllardır bu şekilde yaşıyorduk ve bu yaşam şeklinin yanlış olduğunu kabul etmek şimdi zor geliyor. Bir grup doktor çıktı ve bize bu güne kadar öğretilen her şeyin yanlış olduğunı söyledi. Şeker zehirdir dedi. Ekmek, tahıl, pirinç, patates yemeyin dedi. Bir türk insan...

Anne ben kötü müyüm?

Gündemde o kadar çok taciz ve tecavüz haberi var ki, artık midem kaldırmıyor.  Anladık ki; cinsiyet ayrımcılığı da yapmıyor bu zihniyet, kız - erkek farketmiyor yani. Alsak bu çocukları, tutsak ellerinden bir cennet yaratsak, oraya yerleştirsek, içeriye de hiçbir sapığı almasak... Yoksa bu şartlarda nasıl korunacak bu kadar çocuk? Demekki bastırılmış duygularla yetişen bir milletten bir o kadar da sapık çıkıyor. Oysa biz güzel ahlakımızla övünen bir millet değil miydik? O kadar çok tacizci var ki artık çoğunluğu onlar oluşturuyorlar. Üniversiteye giderken evim ve okulum arasındaki yol 3 saat sürdüğü için, o yönde toplu taşıma kullanan tüm sapıkları tanırdım ben. Artık yöntemlerini algılamıştım. Onları görünce aracın başka bir yerine kaçardım. Kaç kadın kafasına çanta indirdi, kaç kadın bağırdı söylendi ama tacizi tavrından hiç ödün vermedi, hep avını aradı. Bu sapık insanlar elbette ki sadece bizim ülkemizden çıkmıyor. Gelişmiş ülkelerde de varlar. Ama orada yakalandıkları ...

Kurt kocadı, köpeğin maskarası oldu...

Ben özel günleri sevmem. Hele kapitalizme hizmet eden hediye satış günü ise hiç sevmem. Babalar günü, anneler günü, öğretmenler günü, hepsi aynı şeyi ifade eder bana; bir alışveriş merkezine git ve saçma sapan hediyeler al. Bu günleri hediye alma günü olarak bize yansıtan sisteme karşıyımdır. Ancak anlamlı, kendi düşünce ve duygularını içeren bir mesaj, bir tatlı söz, bir ziyaret hangi anne - babanın hoşuna gitmez ki... Tamam biliyorum babamın sadece bir pazar günü var. Onu da benimle değil torunlarıyla geçirmek ister. Babalar gününü değil, dedeler gününü tercih eder ama yine de söylemeden edemedim. Hala nice gençlere taş çıkarır şekilde çalışır benim babam. Hep iyi düşünür, herkesi arar sorar. Ticaretten hiç anlamaz, o yüzden hep kullanılmıştır. Ama hiç haram yemedik biz, içki sofrasına hizmet etmedik, sevgili peşinden gidip de terkedilmedik. Her akşam sofraya oturmak için babamı bekledik. Espri anlayışımız hiç aynı olmadı, o hep kumandanın gerçek sahibi oldu, en saçma kanalla...

Borç bitmeden isyan edilir mi?

Lise yıllarım 90'ların sonlarına denk gelir. Şimdilerde hatırlıyorum da, en güzel arkadaşlıkları, en eğlenceli anlarımızı o yıllarda geçirmiştik. Muhtemelen kime sorsak aynı şeyi söyler. Lise yılları hayatımızın en güzel yıllarıdır. Gerçek dostlarımızı o yıllarda edindik. Çünkü herkese olduğu gibi tahammül eder, ayrımcılık yapmazdık. Kimsenin dini, ırkı, tercihleri umrumuzda değildi. En önemlisi de hiç borcumuz yoktu. Aslında parayla pek işimiz yoktu. Biraz harçlık aldık mı gidip harcardık. Şimdilerde olduğu gibi geleceğimizi bir şeyler satın alarak, borca girerek, para biriktirerek inşa etmezdik. Bizim sorumluluğumuz derslerdi, arkadaşlarımızdı. En büyük derdimiz sınavlardı. O dönemlerde cumhuriyetin bekçisi olacağımdan adım gibi emindim. Aksini söyleyen olursa da hemen isyan edebilecek cesaretim ve gücüm vardı. Hal böyle olunca, şimdiki liselilerin bizden daha cesur olmalarını çok iyi anlıyorum. Liseliler arasında yayılan isyan zincirini de gururla izliyorum ve Mustafa Kema...

Tüyü kaçar hasta olursun!

Resim
Evlerinde hayvan besleyenler bilirler, bu sorumluluğu aldığınız andan itibaren çevreden gelecek tüm baskılara hazırlıklı olmanız gerekir. Aman tüyü kaçar hasta olursun. Evi kirletmiyor mu? Tuvaletini nereye yapıyor? Ev sizin, hayvan sizin, hayat sizin ama bu sorulara cevap vermek zorundasınız. Bir de kiracıysanız o zaman bu mantalitede bir ev sahibinden ev kiralamanız neredeyse imkansızdır. Bana kapıları kemiriyor mu diye sormuşlardı bir kez. Farzedelim ki kemiriyor, bu yüzden depozito vermiyor muyum? Kemirirse yaptırırm kapıyı ne olacak ki? Ev sahipleri evi kiraya verir ama neredeyse yaşamımızı kontrol etme hakkı bulurlar kendilerinde. O yüzden biz de hayvansever ev sahibi arar dururuz. Benim köpeğimle ilk tanışmam çok soğuk bir kış akşamı olmuştu. Bir dükkana sığınıp ısınmaya çalışıyordu ki; dükkan önünde duran zattan tekmeyi yedi. Biz de arabadan çıkıp hayvana bakmaya gittik ki, kendisi benim paltomun altına sığınmaya çalıştı  sürekli. Dayanamadık aldık eve getirdik. Getir...

İtiraf ediyorum; ben bir homofobiğim.

Çocukluğumdan beri eşcinseller hep garip gelmiştir bana. Çevremdeki hemen herkesin de böyle olması beni etkiledi mi bilmem ama ben bir homofobiğim. Herhangi bir yerde travesti görmek hemen dalga konusu edilir, etrafındakilere anlatılır, durumun ne kadar anormal olduğu konuşulurdu ben çocukken. Yıllar geçtikçe, araştırdıkça, öğrendikçe hayatları hepimizden çok daha zor insanlar görmeye başladım karşımda. Düşünsenize onlar gibi olmayan herkes, duygularından, fiziksel özelliklerinden nefret ediyor, bu da yetmiyormuş gibi onları öldürmek istiyor. Eşcinselliğin bir tercih değil, genetik bir faktör olduğu ispatlanmışken, asla normal bir yaşam sürdürme hakları yok. Hiç iş imkanları yok mesela, ancak fal bakıp, şarkı söyleyip, fuhuş yaparak para kazanabiliyorlar. Eşcinsel olduğu belli olan bireyi kimse işe almıyor. Devlet memuru olamıyorlar. Kısacası insan muamelesi görmüyorlar. Hal böyleyken onlardan da normal insan gibi davranmalarını bekleyemeyiz. Elbette kendilerini korumak için bir aray...

Bir tekstilcinin anıları...

Resim
Üniversiteden yeni mezun olmuş birinin iş bulma kaygısını bilirsiniz. Evde oturmaya hiç alışkın değildir. İş bulamadıkça depresifleşir. Deneyimsiz diye iş bulması çok zordur. Bu kısır döngü iş bulana kadar devam eder. Tam da bu ruh hali içerisindeyken, malum iş arama sitesini açtım ve bana uygun olan en çok ilanın tekstil sektöründe olduğunu gördüm ve işte o gün karar verdim tekstilci olmaya. Yani en kolay bu sektörde iş bulabilirdim. Gel zaman git zaman hakkaten de uzun yıllardır bu sektöre emek vermeye devam ediyorum.  Sektöre girenin bir daha ayrılamadığı, lanetli olduğu söylenir tekstilcilerin. Hakkaten de öyle sanırım.  Hayatı boyunca saat 17:00 da işten çıkan tekstilci görülmemiştir. Sabahın erken saatlerinde işe başlamış olmalarına rağmen, herkesin işten ayrılacağı saatte tekstilcilerin işleri yeni başlar. Evliliklerde iki tekstilci bir arada yaşayamaz derler mesela, çünkü birinin evdeki sorumlulukları alması lazımdır. Zira bir tekstilcinin bunu yapmaya vakti yo...

Anne olmak dünyanın en kötü duygusudur!

Bebek sahibi olmak ve anne olmakla ilgili konu açıldığında, çevrenizdeki anne olan tüm kadınlar bunun dünyanın en iyi duygusu olduğunu söylerler. Şu an 3 aylık olan bir oğlum var ve ben bu sözlerin asla doğru olduğunu düşünmüyorum. Anne olmak, içinizdeki en korkunç duygularınızı ortaya çıkarır. Doğum yaptığınız andan itibaren çılgın bir koruma iç güdüsüyle birlikte, aklınızda sorular dönmeye başlar: Ya iyi beslenemezse, Ya gaz çıkaramazsa, Ya kilo almazsa, Ya hasta olursa, Ya üşürse, Ya terlerse, Ya uyurken kafasına battaniye gelir nefes alamazsa, Ya ağlarken katılırsa, Ya yeterince ağlamaz ciğerleri açılmazsa, Ya kalın giyinir sıcağa alışırsa, Ya ince giyinir üşütürse. Bunlar bebeklik ve günlük yaşamla ilgili saydığım birkaç küçük endişe sadece. Yataktan düşmeler, emeklemeler henüz başlamadı bile. Doktor, aşı takibi var. Kafasında konak mı oldu, ağzında pamukçuk mu çıktı endişesi var. Bunlara ek olarak da etrafınızdaki tüm "bebek bakma uzmanları"nın kendi d...