Bir tekstilcinin anıları...

Üniversiteden yeni mezun olmuş birinin iş bulma kaygısını bilirsiniz. Evde oturmaya hiç alışkın değildir. İş bulamadıkça depresifleşir. Deneyimsiz diye iş bulması çok zordur. Bu kısır döngü iş bulana kadar devam eder.
Tam da bu ruh hali içerisindeyken, malum iş arama sitesini açtım ve bana uygun olan en çok ilanın tekstil sektöründe olduğunu gördüm ve işte o gün karar verdim tekstilci olmaya. Yani en kolay bu sektörde iş bulabilirdim. Gel zaman git zaman hakkaten de uzun yıllardır bu sektöre emek vermeye devam ediyorum. 
Sektöre girenin bir daha ayrılamadığı, lanetli olduğu söylenir tekstilcilerin. Hakkaten de öyle sanırım.  Hayatı boyunca saat 17:00 da işten çıkan tekstilci görülmemiştir. Sabahın erken saatlerinde işe başlamış olmalarına rağmen, herkesin işten ayrılacağı saatte tekstilcilerin işleri yeni başlar.
Evliliklerde iki tekstilci bir arada yaşayamaz derler mesela, çünkü birinin evdeki sorumlulukları alması lazımdır. Zira bir tekstilcinin bunu yapmaya vakti yoktur.
Kendi aramızda kullandığımız ayrı bir dil vardır. İki metre süprem versene deriz, spekler geldi mi deriz, kaşkorse kalmamış mı diye sorarız mesela ve bu sektörden olmayanlar duyduğunda garip garip bakar suratımıza.
Müşteri geldi mi akan sular durur, en güzel kıyafetlerimizi giyer, en güzel yiyecekleri hazırlar, etrafı temizler ve hizmette kusur etmeyiz. Tam bir Türk misafirperverliği sergileriz. Bu muameleyi hayatı boyunca başka bir yerde görmemiş, dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen müşteriler de toplantıları hiç bitirmek istemezler. Sabah gelip, gecenin geç saatlerine kadar kalırlar.
Her tekstilci en az 1 kez iflas eden bir firmada çalışmıştır. Alacaklılar hep aşiret reisi olan atölyecilerdir ve mutlaka alacaklarının peşine düşerler. Bu durum bize öyle anılar bırakır ki, ileride torunlarımıza tüm renkliliğiyle anlatabiliriz. 
Bence tekstilcilerin en büyük laneti de alışveriş yapamamaktır. Normalde depresyona giren insan alışverişle rahatlar ya, biz mağazaya girdiğimizde çalışıyor gibi hissederiz. Kaliteyi inceleriz, çaktırmadan iplik temizleriz, kumaşa bakarız, yıkamaya bakarız ve en sonunda bu t-shirte bu kadar para verilmez deyip mağazadan çıkarız. Yani alışverişle rahatlamaz, aksine pişman olur oradan uzaklaşırız. 
Başkalarının peşinde koştuğu markalar bizim için marka değil müşteri demektir. Nasıl üretim yaptıklarını, kalitelerini ve ürünlerin değerini herkesten iyi biliriz. O yüzden marka peşinden koşanlara güler geçeriz. 
Her gün sinirlenir istifa ederiz, ertesi sabah işe yine gideriz.
Hepimiz günün birinde kendi cafemizi açıp, stresten uzak onu işletmek isteriz.
Ama ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, eninde sonunda kürkçü dükkanına geri döneriz.
Çok çalışırız, az yaşarız, stresle başa çıkar, hayatın anlamını kumaşlarda ararız.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neden hep kötüler kazanır?

İtiraf ediyorum; ben bir homofobiğim.

Korku İmparatorluğu