Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Farkındalık mı?

Nedir bu "farkındalık" denilen şey? Hep en havalı etkinliklerin tanıtımında kullanılıyor bu kelime ve anlamına zıt şekilde kimse asıl manasının farkında bile olamıyor çoğu zaman. Çünkü günlük yaşam öyle doldurmuş ki zihinleri saçma sapan şeylerle, at gözlüklerini çıkartıp atmak kimsenin aklına bile gelmiyor. Farkındalık; açık zihin demek aslında. Günlük hayatında yaptığın işlerin otomatik şekilde sürüp gitmesi ve senin etrafında olup biten çoğu şeyi görememen, farkındalık seviyenin en belirgin ispatı. Hani araba kullanmayı öğrenirken vites değiştirmek dünyanın en zor işi gibidir ama ustalaştıkça farkında bile olmadan değiştirir ya insan vitesi, günlük yaşam da böyledir işte. Vites değiştirmek otomatikleştikçe daha güvende hisseder, kendini daha uzman bir şöför gibi görürsün ama artık araba kullanmak konusunda kendini geliştirmek aklına bile gelmez. Güvenli bölgenden çıkmak istemezsin. Oysa en kontrollü araç kullananlar, değiştirdiği vitesin farkında olanlardır. Eğer özfar...

Devrim

Şikayet, şikayet, şikayet. Al eline klavyeyi, oturduğun yerden devrim yapacakmışçasına yaz dur. Ona sitem, buna şikayet, diğerini reddet! Önce ayağa kalk da kendi hayatına hükmet! İşte bunlar tam olarak kendime sarfettiğim sözlerdir. O nedenle karar verdim; hayatımda devrim yapıyorum. Sistemden uzaklaştım, hayatıma, aileme, keyif aldığım konulara yakınlaştım. Mutluluğun ve hayallerimin peşinden gidiyorum. Özfarkındalığımı arttırıyorum, kendimin farkına varıyorum yani. Sorunları buluyor, her birini tek tek çözüyorum. Doğumdan itibaren tüm sorunları temizliyorum. Şu an her şey çok keyifli. Hepsini tek tek yazmak isterdim ancak biraz daha vakte ihtiyacım var. Yani anlayacağınız;  "Cumaya gittim, dönücem" yazıyorum dükkanın kapısına ve aydınlanmaya devam ediyorum.  Söz; doğru zaman geldiğinde, hepsini tek tek anlatacağım...

5 Yıldızlı otelde tatil izlenimlerim...

Ben sabahtan akşama kadar deniz kenarında yattığın ve sürekli yemek yediğin tatillerden hoşlanmam.     Bence tatil bedenin değil beynin dinlenmesidir çünkü.Atlamalı, hoplamalı, gezmeli, tozmalı, 24 saat dolu dolu olmalıdır. Bedenin dinlenmesi bir uykuya bakar, uyudun mu geçer. Oysa beyin öyle mi, hiç düşünmemesi lazım. Ama hayatınızda 6 aylık sevimli bir bebek varsa; altını değiştir, emzir, uyut, güneşlenmesine dikkat et diye düşünme aşamalarını minimuma indirmek için  dilini ısırır, büyük konuştuğunu yutar ve 5 yıldızlı otele tatile gidersin, eh gidince de anlatmadan olmaz tabi... Artık rahatlıkla yeni öğrendiğim yemeklerin tariflerini verebilirim. Her yer yiyecek. Acıkmak diye bir şey yok. Açlık duygusunun unutulduğu yer, bu oteller sanırım. Önüm arkam sağım solum yemek, yemeyen ebedir, sobedir. Sen yeter ki içki içeme diye, adamlar seni her türlü şişkinliğe boğmuşlar. Aynı domatesi 8 farklı kesme yöntemiyle, 8 farklı tabakta görebilirsiniz bir de. Aynı ürün kaç far...

Nasıl taşınılır?

Uzun süredir blogla ilgilenemememin elbet bir sebebi var, yine taşındım. Bu kez saydım ve bu doğduğumdan beri tam 11. evim. Öyleyse artık ben bir taşınma uzmanıyım demektir. Hal böyleyken de nasıl taşınılır, ne nereye konulur elbette yazmam gerekir diye düşünüyorum. İşin paketleme kısmı en yorucu olan kısım gibi gözükse de aslında en kolay ve zevklisidir. Çünkü yenilenmenizi sağlar. Tüm eşyalarınızı mecbur kalarak elden geçirdiğiniz için işinize yaramayan, bir kere bile kullanmadığınız ama evinizi ve dolayısıyla da sizi meşgul eden her eşyayı tek tek farkeder ve onlardan kurtulursunuz. Biz Türkler evlilik ve çeyiz geleneğiyle birlikte eşyalara bekçilik yapan insanlar haline geliriz. Eşyalar bize hizmet etmekten vazgeçer ve biz onlara hizmet etmeye başlarız. Yaşayacağımız evleri bile eşyalara göre seçmeye çalışırız. Nerede yaşarsak mutlu oluruz diye kendimize sormayı unutuveririz bi anda. Tatile gittiğimizde mutlu olmamızın sebeplerinden biri de budur aslında, sahip çıkmamız gereken s...

Para nasıl kazanılır?

Etrafı gözleyip şöyle ufak bir analiz yaptıktan sonra, hepimiz çok rahatlıkla anlayabiliriz ki; herkes paranın peşinde. Hepimiz deliler gibi zenginlik hayalleri kurup, yaptığımız işlerden ne zaman kurtulacağımızı düşünüp duruyoruz. İşe gitmesek, trafik çekmesek, patronun suratını görmesek ama maaşlarımız yatsa biz de yan gelip yatsak diyoruz. Ama hayallerimiz bile maaşlarımızla sınırlı. Çünkü sistem maaşın ötesinde para kazanmamıza izin vermiyor. Maaşlar da temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar yettiğinden, olduğumuz yerde sayıp duruyoruz. Sosyal medyaya bir bakıyorum, herkes bir şeyler satmaya çalışıyor. Ah diyor bu hesabı şöyle bir 50000 kişi takip etse, birileri de bana reklam verse, ben de oturduğum yerden çok para kazansam. Çünkü tüm sanatçılar öyle yapıyor. Bazıları da kendi işini kurma peşinde. 2 yıl önce bakkal açan akrabasının çok zengin olduğunu ama kimseye çaktırmadığını düşünüyor. Ne de olsa parayla imanın kimde olduğu belli olmuyor. Zaten esnaf milleti değil mi, d...

Türkiye'de araba kullanmak sanattır.

Türkiye'de kadın şoför olmak: Anahtarlarım nerede? Yok burada da değilmiş. Bu çantada nasıl bulacağım şimdi ya. Dur şu makyaj malzemelerini kenara ayırayım. Mendil bu tarafa, cüzdan diğerine. Heh buldum. Hadi kırmızı bebek, bugün de buluştuk, işe girmeye hazır mısın? Kapıları da kilitleyelim. Şu adam ne tuhaf tuhaf bakıyor bana öyle? Ayh her seferinde nazar ediyor, yola çıkacakken elim ayağıma dolanıyor. Akşamları da aynı bu herif, park ederken kafamı karıştırıyor. Neyse ya taktığıma değmez. Yola çıkabilirim. Saçlarım nasıl gözüküyor? Güneş gözlüklerini de takalım. Topuklu ayakkabıları kenara bırakalım. Güneş gözlüklerim nerdeydi? Heh burdaymış, tamamdır. Radyoyu da açtık mı yola çıkabiliriz. Ay ay ay, arabanın üzerine çıkacak nerdeyse gerizekalı! Bu erkekler anca kavga etsinler, hiç biri araba kullanmaktan anlamıyor. Sırf stresler. Hızlı kullanıp riske giriyorlar. Bak bak arabada çocuk var, adamın yaptığı harekete bak! Ay bak durdu yine trafik. Dur şu rujumu tazeleyeyim o arad...

Ben 23 yaşına kadar çay sevmediğimi zannettim !

Biz 4 kız kardeşiz, aynı evde aynı odada büyüdük. Çok keyiflidir kız kardeşi olması insanın. Kıyafetlerinizi rahatlıkla paylaşır; birlikte güler, birlikte ağlarsınız. Yetişme tarzımız gereği dördümüz de uslu çocuklardık. Annem yüz ifadeleriyle anlatırdı bize yapmamız gerekeni kalabalık ortamlarda. Bizde de o isteğin aksini yapabilecek bir cesaret asla olmazdı. Tüm çevresi de takdir ederdi annemi, düzgün yetiştirdiği, uslu çocuklarından dolayı. Bol bol günlere giderdik. 5 çaylarının yanında yenilen hamur işlerinin haddi hesabı yoktu. Şimdilerde hatırlıyorum da, kadınlar toplanıp birbirine yaptıkları bu yiyeceklerin tarifini verirlerdi. Lakin bu yiyeceklerin yanında biz asla çay içemezdik. Ev sahibi sorar: "Çay içer misin?. Sen daha ağzını bile açamadan annem müdahale edip "O çay sevmez!" derdi. O lafın üzerine sıkıyorsa sev çayı... Ben 23 yaşına kadar çay sevmediğimi zannettim! Haklıydı tabi annem, 4 çocukla başka türlü baş edilemezdi. Çay içmeye kalksam dökme iht...

Sana da çok takı takıldı mı düğününde?

- Geçen gün de Ayşe'nin oğlunun düğününe gittik. Yemekli yaptılar. Ay o giydiği kıyafet neydi öyle, çok şişman göstermiş. Hele gelinin makyajını berbat yapmışlar. Diyalog hiç yabancı gelmedi değil mi? Hepimizin mutlaka duyduğu sözler bunlar. Bazen de kendimizi bu diyaloğun içerisinde bulduğumuz bile olmuştur. Çünkü değer yargılarımız o kadar saçma ki, sadece etrafa göstermek için yapılan, düğün denilen ve hiç kimseyi mutlu etmeyi başaramamış bir ortama bile ömrümüzü harcıyoruz.  - Amaaan hayatında bir kez oluyor. Hevesin kalmasın! Her şeyi yap! Anneler kızlarına kendi yapamadıkları ne varsa yaptırmaya çalışıyor. Hatta işin içine anneanneler bile giriyor. Kimse mutluluğun peşinde değil.  Takılan takı öyle önemli ki, herkes buna odaklanıyor. Kimse hesabını sormuyor "Gelin satılık mı?" diye. Eğer çok şey takıldıysa ballandıra ballandıra anlatılıyor başkalarına. Az takı gelenin de vay haline... İşin yoksa ömür boyu düşün değersiz miyim ben, çok ucuza gittim di...

BİR ÇİFT YÜREK / MARLO MORGAN

Resim
Çöpe atılmak üzereyken kurtardığım ve okuduktan sonra hayata bakışımı değiştiren kitaptır. Okudukça doğaya dönersiniz, teşekkür etmeyi öğrenirsiniz. Yaşadığımız dünyanın ve sistemin bir saçmalıktan ibaret olduğunu düşünüyorsanız kendinizden mutlaka bir şeyler bulursunuz. İnsan enerjisinin gücünü öğrenirsiniz. Hayata geliş amacınızı sorgularsınız. Paranın, maçların, yarışmaların ve pastanın saçma olduğunu anlarsınız. Kitapta yaşanmış bir hikaye olduğu söylense de, yazar hikayenin uydurma olduğunu itiraf etmiştir. Ama bu durum içeriğin ilgi çekici olmasını ve hikayenin akıcılığını değiştirmemektedir. Mutlaka Aborjinlere merak uyandıracaktır. Çevirisi de oldukça başarılıdır. Herkesin okuması ve yaşama amacını keşfetmesi dileğiyle...

Kafayı yemek üzereyiz...

Ülke gündeminin korkutucu ve bir o kadar da yoğun olmasından bir türlü fırsat bulup da yazamadım. Fırsat bulmayı zaman anlamında değil, psikolojisi bozulmuş ve hiçbir şey yapmaya hali kalmamış bir  vatandaş anlamında söylüyorum tabiki. Yoksa insan yapmak istesin yeterki, nelere fırsat bulur... Ama üzerinden F16 lar uçarken çocuğunun üzerine kapanıp, camlar kırılırsa ona gelmesin diye uğraşmış bir anne olarak psikolojimin düzgün olması beklenemez elbette. O kabus gibi gecede yaşananlar ve sonrasında olanlar gündemi takip edenler için yaşadığımız en kötü gün olarak değerlendirilebilir bence. Çünkü insan güvende hissetmediği her an, kan kusar. İnsanın huzur bulabileceği tek hissiyattır güven. O nedenle de o gün hiç arkama bakmadan kaçmak istedim bu ülkeden, herkes gibi. Güvende olduğum bir yere gitmek istedim. Tabiki kolay olmadığı ve imkanlarım elvermediği için hala buradayım. Ama gitmenin yollarını aradığım da bir gerçek. Yeter diyorum artık, vatan, milliyet, ırk yaftaları olm...

Soyadı olmayan kadın

Doğumundan itibaren kadın babasının soyadını alır ve kullanmaya başlar. Ortalama 25-30 yaşlarında, -belki bu Türkiye'de 12'li yaşlara denk geliyordur (!)- biriyle evlenir ve soyadını değiştirir. Evlenince kadının soyunun değişiyor olması da ayrıca enteresandır. Hatta artık ailesi bile değişmiştir, nüfus cüzdanında hiç tanımadığı bir ilin, hatta köyün ismi yazmaktadır. Ama genç kız evlenmenin verdiği heyecan ve mutlulukla durumu anlamayacak ve ulaşabildiği, işinin düştüğü her resmi kurumda soyadını değiştirecektir. Tabi sadece bu yetmez, banka hesaplarını, kredi kartlarını kullanabilmek için hepsinde değişiklik yapmak zorundadır. Hatta yeni pasaport almak zorundadır. Diplomada bir değişiklik yapılamadığı için, kullanırken onu da evlilik cüzdanıyla ispat etmek zorundadır. Evlilik cüzdanı da öyle çantaya falan sığabilen bir şey olmadığından yanında nasıl taşıyabileceğini keşfetmelidir. Sadece ilk sayfası dolu olup diğer sayfalarına hiçbir şey yazılmayan bir defterin evliliği i...

Yeni Türkiye'ye hoş geldiniz!

Çocuğun ağlamasına uyandı kadın, koşarak yanına gitti. Kocası da hemen peşindeydi. "Aman" dedi, "Aman sakın çok gürültü yapmasın da çok dikkat çekmeyelim. Birazdan işe gidip sizi burada yalnız bırakacağım, gözüm arkada kalmasın." Bunu söylerken bile böyle bir ihtimalin olmadığını biliyordu. Endişelerle dolu bir yürekle, her gün yaptığı gibi işin yolunu tutacaktı... Çalışmaya mecburdu. Yaşamlarını sürdürebilmek için aldıkları her şey çok pahalıydı ve artık kadınların çalışması da yasaktı. Tek başına çocuklarına ve karısına bakmak zorundaydı. Bunu yaparken de ölmemesi gerekiyordu elbette. Sakalını uzatmak zorunda kalmıştı, oysa hiç sevmez tiksinirdi sakaldan. Yıkamakla bile temizlenmediğini düşünür, ağzının etrafında kıl olması fikri bile rahatsız ederdi onu. Ama dikkat çekmemek için fazla şansı yoktu. Çocukları onu her gördüğünde korkup ağlamasına rağmen, yüzündeki o uzun ve pis kıllarla dolaşmak zorundaydı. Çekmecesinden, eski bir tanıdığı aracılığıyla edindiği ...

Uzun bayram, yalnız insan...

Yıllar önce bayramlar hakkında yazdığım yazıyı edebiyat öğretmenim çok beğenmiş ve 100 vermişti sınavda. Kompozisyondan ilk kez 100 alışımdı. O gün bugündür yazmayı severim. O yazıda da bayramları sevmediğimi anlatmıştım. Hakikaten de sevmezdim ergenliğimde. Çocukken de harçlıkları yeni elbiseleri çok severdim ama kapı kapı dolaşıp bayramlaşma fikri beni çok rahatsız ederdi. Hala da öyle. O zamanlar o kadar çok insan vardı ki ziyaret ettiğimiz. Annem ve babam çok insancıl ve sosyal olduğundan herkesin kapısını çalar halini hatrını sorardık. Gittiğimiz her yerde şeker ve tatlı ikramları olurdu. Herkes bayram için hazırlıklı olurdu çünkü. Bana göre o zamanların en büyük problemi el öpmekti. Eli öpülmeye asla değmeyecek bir sürü insanın elini öpmeye zorlanırdık. "Kızım öpsene teyzenin elini" en sevmediğim laftı. Şimdilerde düşündüğümde çok da haklı olduğumu görüyorum. Eli öpülmeye değmeyen tüm insanlar tek tek gittiler hayatımızdan. Bayramlar da gitti aslında. Yerini tatille...

Günümüz çalışan kadınının ezilmesi

Ataerkil toplumların çok büyük bir problemidir kadınların yaşamı. Problem diyorum, çünkü hala kendi değerini farkedememiş bir sürü kadınla dolu etrafımız. En bilgilisinden en eğitimsizine kadar tüm kadınlar hala psikolojik ya da fiziksel şiddet görmekte ve hala yaşam şartlarının kötülüğüyle mücadele etmektedirler. Bu konu zaten milyonlarca kez incelenmiş, dile getirilmiştir. Her gün kadına yönelik şiddeti içeren bir sürü haberle de pekiştirilmektedir. Tüm bunların haricinde değinmek istediğim konu, aslında şu an kimsenin dikkatini çekmeyen, günümüz çalışan kadınının ezilmesi problemidir. Bir çoğumuzun annesi ev hanımı olduğundan ve hayatlarını istedikleri gibi idame ettiremediğinden bizlerin çalışan kadın olmamız, ve boşanma durumu söz konusu olduğunda ayakta durabilmemiz ihtimaline karşı yetiştirdi. Bu kavram aklımızdayken okuduk, büyütüldük ve çalışıyoruz. Buraya kadar her şey elbette çok güzel. Yine bu günler için geçerli olan erkek olma durumu da evini geçindirmekten, düzgün ...

Hayatın anlamı nedir?

Karbondioksit üretmekten başka bir işlevi olmayan insanoğlunun, hayata geliş sebebini ciddi ciddi düşünür oldum son günlerde. Malum şu sıralar konumuz hep ölüm ve Türkiye gibi bir ülkede kimin ne zaman niyazi olacağı belli değil. Öldükten sonra ne olacağı konusu da çok göreceli. Dinlere göre cennet cehennem, reenkarnasyona göre başka bedende can bulma, ateiste göre doğaya karışma... Hal böyle olunca hayatı sorgulamak, dünyaya neden geldiğimizi anlamaya çalışmak, ister istemez insanın düşüncelerinde gezinip duruyor. Bana göre insan dünyaya virüs olarak gönderilmiş. Birileri bize demişki gidin dünyayı yaşanılamaz bir hale getirin. Bu görevi de layıkıyla yerine getiriyoruz toplum olarak. Aslında dinlerin cennet olarak tasvir ettikleri şeyin tam da içerisindeymişiz dünyanın ilk zamanlarında. Sonra, zarar verme, yok etme, bende yoksa kimsede olmasın zihniyetimizle cehenneme çevirmeyi başarmışız dünyayı. Toplumumuzun bir kesimi durumdan bihaber, fazla da irdelemeye niyeti yok, yaşadığı k...

Güvende Değiliz!

Düşünmekten çok yoruldum, psikolojim altüst oldu, hırsımı kelimelerden çıkarıyorum. Oğlumu alıp nerelere gitsem de terörden etkilenmese. Daha mutlu günlere uyanılan bir yer yok mu? Bizim ülkemiz güvenliydi, huzurluyduk biz. Ne hale getirdiniz? Tarih bu günleri bir delinin hatıra defteri diye tanımlayacak ama biz o günleri bizzat yaşıyoruz ne yazık ki. Yakında ülkede terörden etkilenmemiş bir aile dahi kalmayacak. Ekonomi berbat vaziyette ama umrumuzda bile değil çünkü canımızın derdine düştük. Etrafımız canlı bombalarla doldu. Yaşanılacak yer olmaktan çıktı bu ülke. Sevdiklerimize bir şey olmasın diye aklımız çıkıyor. Burnumuzun dibinde, Atatürk Havalimanında, hayatımın bir döneminin geçtiği yerde, birçok arkadaşımın halen çalıştığı yerde, benim ve çevremdeki herkesin seyahat esnasında kullandığı yerde, her an birimizin olabileceği bir yerde bombalar patlıyor, çatışma oluyor, insanlar yaralanıyor, ölüyor ve güvenlik önlemi olarak interneti yavaşlatıp sosyal medyayı yasaklıyorlar. S...

Rahat bırakın ormanlari!

Resim
Karbondioksit üreten bir canlı türünün ağacı sevmeme gibi bir lüksü yoktur. Yani insanlar ve ağaçlar birbirlerini tamamlarlar. Bu ilişki, sevmenin dışında bir zorunluluktur insan türü için. Çünkü yaşamak için oksijene ihtiyacı vardır ve bunu da ağaçlar üretir. Bu kazan kazan ilişkisi filan da değildir. Ağaç insan olmadan yaşar ama insan ağaç olmadan yaşayamaz. Bu bahsettiğim ağaçların bize hediye ettiği en temel şeydir. Bunun dışında serinlik verirler, nem dengesi oluştururlar, sıcakta gölge, yağmurda korunak, açlıkta ise yiyecek verirler. Karşılığında da hiçbir çıkarları yoktur. Yani bu ilişkinin tek karlı çıkan tarafı insandır. Tüm bu nedenlerden de insanın ağacı sevip korumaması saçmadır, hatta insanlık dışıdır. Böyle bir şansı yoktur. Ağaç kesen bir insan türü olamaz, o bana göre başka bir türdür. Ama yine de biz o başka türlerin  kendi içlerindeki çeşitlilikleriyle de sürekli yaşamak zorunda kalıyoruz son yıllarda. Mesela apartmanın önündeki ağacı, camını kirletiyor diye...

Sahte hayatlar...

Günaydın sahte hayatların başrol oyuncuları! Hadi gelin hep birlikte ne kadar da mutlu olduğumuzun fotoğraflarını paylaşalım. Bizim evde hiç terslik olmaz mesela, biz 7 gün 24 saat çok huzurlu ve mutluyuz. Eminim siz de öylesinizdir. O zaman fotoğrafınızı beğeniyorum, siz de benim paylaştığımı beğenin. Ben mesela bol bol gezerim. En güzel restoranlarda en güzel yemekleri yerim. Yediğim yemeklerin fotoğraflarını profilimde görebilirsiniz. Paylaşmakta sakınca görmüyorum çünkü biliyorum ki siz de en güzel yemekleri yiyorsunuz. Karşılıklı olarak marketlerdeki yiyecek fiyatlarının bu kadar pahalı olduğunu umursamamak ne de güzel değil mi? Zaten bizi hiç etkilemiyor. Biz bineriz arabamıza o şehir senin bu şehir benim gezeriz. Zaten benzini de hep 50 TL'lik alırız. Benzin zammı da bizi etkilemez. Hadi paylaşıyorum arabamın fotoğrafını, bakalım beğenecek misiniz? Tatilleri doyasıya yaşamamız ne de hoş değil mi? Yılda bir hafta olduğu düşünmeyin sakın, uzun uzun seyahatlere çıkarı b...

Neden hep kötüler kazanır?

İnsan bazen doğa üstü güçleri olsun istiyor. Her istediğini yapabilsin, dünyayı yaşanabilir bir hale getirsin. Her geçen gün biraz daha kötüye gidiyormuş gibi hissediyorum. Her gün bir tarihi eserin yıkılma haberi, bir orman yangını haberi, ekonominin çok kötü gittiği haberleri, zam haberleri, her gün ağaçların kesildiği , iklimin değiştiği ve bunlar gibi pek çok kötü haberle uyanıyoruz güne. Her seferinde bir yenisini duydukça hayata daha kötü gözlerle bakmaya başlıyorum. Endişelerim artıyor, umutsuzluğum artıyor. Sonra, elimde bir sihirli değnek olsun istiyorum. Bir dokunayım, bütün zenginlerin gözü doysun. Böylelikle zaten dünyadaki her şey yoluna girer. Zenginlerin aç gözlülüğü, parayla güç elde etme tutkuları yüzünden bu haldeyiz. Hem de öyle kilitlenmişiz isyan bile edemiyoruz. Durumu kanıksamışız. Her gün zenginlik hırsları yüzünden birileri ölüyor, birileri aç kalıyor. Ama biz hala oturuyoruz öyle olduğumuz yerde. Çünkü günlük hayatın stresi öyle yoruyor ki bizi kafamızı ...

Kahveniz nasıl olsun?

İnsan kalabalıkların ortasında yaşayan yalnız bir canlı türüdür aslında. Hele ki İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşıyorsanız, bu daha da hissedilir bir hale gelir. Otobüslerde, vapurlarda birbirine tebessüm etmek yerine ters ters bakan insanlar vardır. Ya da karşılıklı oturup da göz göze gelmemek için kıvranıp duranlar. Bizi bir araya getiren şey akşam ailemizle yenilen yemekler ve asla yalnız içilmemesi gereken türk kahvesidir. Türk kahvesi bir tutku, bir kültürdür. Bu kültürü bilen her insanın evinde bayat kahve olmaz, yedek kahve paketi olur hatta. Karşılıklı sohbet eşliğinde içilir. Yorgunluk atmak için içilir. Uyanmak için içilir, ayılmak için içilir. İş yerlerinde yemek sonrası bir gönüllünün herkese kahve yapmasıyla içilir. Sayesinde kısa da olsa iş stresinden uzaklaştırır insanları, kısa ama güzel bir sohbetle rahatlatır. Evinize misafir gelince ikram edeceğiniz en güzel içecektir. Hatta tatlı sohbetin ardından, şöyle bir fincanı ters çevirip, neyse halim çıksın falı...

Organik miyiz?

Resim
Bundan 5-10  yıl önce psikologlar geleceğin hastalığının, neyin sağlıklı olup olmadığına kafayı takmak olduğunu söylüyorlardı. Nasıl besinlere maruz kaldığımızı gördükçe sanırım o hastalığa ben de tutuldum. Ve biliyorum ki; benim gibi birçok kişi alışveriş yaparken ve yemek yerken bunları düşünüyor. Yerel tohumlarımız tüketilmesi, topraklarımızın zehirlenmesi, kullanılan tarım ilaçları, hormonlar, meyveler güzel gözüksün diye üzerini mumlamalar, hepsi konunun önemini bizlere gösterdi ve gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizi düşündükçe elbette çok  endişeleniyoruz.  Tabi bu örnekler işin sadece bir kısmı. Daha ambalajlı gıdalara hiç geçmedim bile. Gıda değil sanki kimya laboratuarı. Ama biz çok uzun yıllardır bu şekilde yaşıyorduk ve bu yaşam şeklinin yanlış olduğunu kabul etmek şimdi zor geliyor. Bir grup doktor çıktı ve bize bu güne kadar öğretilen her şeyin yanlış olduğunı söyledi. Şeker zehirdir dedi. Ekmek, tahıl, pirinç, patates yemeyin dedi. Bir türk insan...

Anne ben kötü müyüm?

Gündemde o kadar çok taciz ve tecavüz haberi var ki, artık midem kaldırmıyor.  Anladık ki; cinsiyet ayrımcılığı da yapmıyor bu zihniyet, kız - erkek farketmiyor yani. Alsak bu çocukları, tutsak ellerinden bir cennet yaratsak, oraya yerleştirsek, içeriye de hiçbir sapığı almasak... Yoksa bu şartlarda nasıl korunacak bu kadar çocuk? Demekki bastırılmış duygularla yetişen bir milletten bir o kadar da sapık çıkıyor. Oysa biz güzel ahlakımızla övünen bir millet değil miydik? O kadar çok tacizci var ki artık çoğunluğu onlar oluşturuyorlar. Üniversiteye giderken evim ve okulum arasındaki yol 3 saat sürdüğü için, o yönde toplu taşıma kullanan tüm sapıkları tanırdım ben. Artık yöntemlerini algılamıştım. Onları görünce aracın başka bir yerine kaçardım. Kaç kadın kafasına çanta indirdi, kaç kadın bağırdı söylendi ama tacizi tavrından hiç ödün vermedi, hep avını aradı. Bu sapık insanlar elbette ki sadece bizim ülkemizden çıkmıyor. Gelişmiş ülkelerde de varlar. Ama orada yakalandıkları ...

Kurt kocadı, köpeğin maskarası oldu...

Ben özel günleri sevmem. Hele kapitalizme hizmet eden hediye satış günü ise hiç sevmem. Babalar günü, anneler günü, öğretmenler günü, hepsi aynı şeyi ifade eder bana; bir alışveriş merkezine git ve saçma sapan hediyeler al. Bu günleri hediye alma günü olarak bize yansıtan sisteme karşıyımdır. Ancak anlamlı, kendi düşünce ve duygularını içeren bir mesaj, bir tatlı söz, bir ziyaret hangi anne - babanın hoşuna gitmez ki... Tamam biliyorum babamın sadece bir pazar günü var. Onu da benimle değil torunlarıyla geçirmek ister. Babalar gününü değil, dedeler gününü tercih eder ama yine de söylemeden edemedim. Hala nice gençlere taş çıkarır şekilde çalışır benim babam. Hep iyi düşünür, herkesi arar sorar. Ticaretten hiç anlamaz, o yüzden hep kullanılmıştır. Ama hiç haram yemedik biz, içki sofrasına hizmet etmedik, sevgili peşinden gidip de terkedilmedik. Her akşam sofraya oturmak için babamı bekledik. Espri anlayışımız hiç aynı olmadı, o hep kumandanın gerçek sahibi oldu, en saçma kanalla...

Borç bitmeden isyan edilir mi?

Lise yıllarım 90'ların sonlarına denk gelir. Şimdilerde hatırlıyorum da, en güzel arkadaşlıkları, en eğlenceli anlarımızı o yıllarda geçirmiştik. Muhtemelen kime sorsak aynı şeyi söyler. Lise yılları hayatımızın en güzel yıllarıdır. Gerçek dostlarımızı o yıllarda edindik. Çünkü herkese olduğu gibi tahammül eder, ayrımcılık yapmazdık. Kimsenin dini, ırkı, tercihleri umrumuzda değildi. En önemlisi de hiç borcumuz yoktu. Aslında parayla pek işimiz yoktu. Biraz harçlık aldık mı gidip harcardık. Şimdilerde olduğu gibi geleceğimizi bir şeyler satın alarak, borca girerek, para biriktirerek inşa etmezdik. Bizim sorumluluğumuz derslerdi, arkadaşlarımızdı. En büyük derdimiz sınavlardı. O dönemlerde cumhuriyetin bekçisi olacağımdan adım gibi emindim. Aksini söyleyen olursa da hemen isyan edebilecek cesaretim ve gücüm vardı. Hal böyle olunca, şimdiki liselilerin bizden daha cesur olmalarını çok iyi anlıyorum. Liseliler arasında yayılan isyan zincirini de gururla izliyorum ve Mustafa Kema...

Tüyü kaçar hasta olursun!

Resim
Evlerinde hayvan besleyenler bilirler, bu sorumluluğu aldığınız andan itibaren çevreden gelecek tüm baskılara hazırlıklı olmanız gerekir. Aman tüyü kaçar hasta olursun. Evi kirletmiyor mu? Tuvaletini nereye yapıyor? Ev sizin, hayvan sizin, hayat sizin ama bu sorulara cevap vermek zorundasınız. Bir de kiracıysanız o zaman bu mantalitede bir ev sahibinden ev kiralamanız neredeyse imkansızdır. Bana kapıları kemiriyor mu diye sormuşlardı bir kez. Farzedelim ki kemiriyor, bu yüzden depozito vermiyor muyum? Kemirirse yaptırırm kapıyı ne olacak ki? Ev sahipleri evi kiraya verir ama neredeyse yaşamımızı kontrol etme hakkı bulurlar kendilerinde. O yüzden biz de hayvansever ev sahibi arar dururuz. Benim köpeğimle ilk tanışmam çok soğuk bir kış akşamı olmuştu. Bir dükkana sığınıp ısınmaya çalışıyordu ki; dükkan önünde duran zattan tekmeyi yedi. Biz de arabadan çıkıp hayvana bakmaya gittik ki, kendisi benim paltomun altına sığınmaya çalıştı  sürekli. Dayanamadık aldık eve getirdik. Getir...

İtiraf ediyorum; ben bir homofobiğim.

Çocukluğumdan beri eşcinseller hep garip gelmiştir bana. Çevremdeki hemen herkesin de böyle olması beni etkiledi mi bilmem ama ben bir homofobiğim. Herhangi bir yerde travesti görmek hemen dalga konusu edilir, etrafındakilere anlatılır, durumun ne kadar anormal olduğu konuşulurdu ben çocukken. Yıllar geçtikçe, araştırdıkça, öğrendikçe hayatları hepimizden çok daha zor insanlar görmeye başladım karşımda. Düşünsenize onlar gibi olmayan herkes, duygularından, fiziksel özelliklerinden nefret ediyor, bu da yetmiyormuş gibi onları öldürmek istiyor. Eşcinselliğin bir tercih değil, genetik bir faktör olduğu ispatlanmışken, asla normal bir yaşam sürdürme hakları yok. Hiç iş imkanları yok mesela, ancak fal bakıp, şarkı söyleyip, fuhuş yaparak para kazanabiliyorlar. Eşcinsel olduğu belli olan bireyi kimse işe almıyor. Devlet memuru olamıyorlar. Kısacası insan muamelesi görmüyorlar. Hal böyleyken onlardan da normal insan gibi davranmalarını bekleyemeyiz. Elbette kendilerini korumak için bir aray...

Bir tekstilcinin anıları...

Resim
Üniversiteden yeni mezun olmuş birinin iş bulma kaygısını bilirsiniz. Evde oturmaya hiç alışkın değildir. İş bulamadıkça depresifleşir. Deneyimsiz diye iş bulması çok zordur. Bu kısır döngü iş bulana kadar devam eder. Tam da bu ruh hali içerisindeyken, malum iş arama sitesini açtım ve bana uygun olan en çok ilanın tekstil sektöründe olduğunu gördüm ve işte o gün karar verdim tekstilci olmaya. Yani en kolay bu sektörde iş bulabilirdim. Gel zaman git zaman hakkaten de uzun yıllardır bu sektöre emek vermeye devam ediyorum.  Sektöre girenin bir daha ayrılamadığı, lanetli olduğu söylenir tekstilcilerin. Hakkaten de öyle sanırım.  Hayatı boyunca saat 17:00 da işten çıkan tekstilci görülmemiştir. Sabahın erken saatlerinde işe başlamış olmalarına rağmen, herkesin işten ayrılacağı saatte tekstilcilerin işleri yeni başlar. Evliliklerde iki tekstilci bir arada yaşayamaz derler mesela, çünkü birinin evdeki sorumlulukları alması lazımdır. Zira bir tekstilcinin bunu yapmaya vakti yo...

Anne olmak dünyanın en kötü duygusudur!

Bebek sahibi olmak ve anne olmakla ilgili konu açıldığında, çevrenizdeki anne olan tüm kadınlar bunun dünyanın en iyi duygusu olduğunu söylerler. Şu an 3 aylık olan bir oğlum var ve ben bu sözlerin asla doğru olduğunu düşünmüyorum. Anne olmak, içinizdeki en korkunç duygularınızı ortaya çıkarır. Doğum yaptığınız andan itibaren çılgın bir koruma iç güdüsüyle birlikte, aklınızda sorular dönmeye başlar: Ya iyi beslenemezse, Ya gaz çıkaramazsa, Ya kilo almazsa, Ya hasta olursa, Ya üşürse, Ya terlerse, Ya uyurken kafasına battaniye gelir nefes alamazsa, Ya ağlarken katılırsa, Ya yeterince ağlamaz ciğerleri açılmazsa, Ya kalın giyinir sıcağa alışırsa, Ya ince giyinir üşütürse. Bunlar bebeklik ve günlük yaşamla ilgili saydığım birkaç küçük endişe sadece. Yataktan düşmeler, emeklemeler henüz başlamadı bile. Doktor, aşı takibi var. Kafasında konak mı oldu, ağzında pamukçuk mu çıktı endişesi var. Bunlara ek olarak da etrafınızdaki tüm "bebek bakma uzmanları"nın kendi d...